Dünya genelinde toplam borç miktarı 2024’ün üçüncü çeyreğinde 323 trilyon dolara çıkarak yeni bir zirve yaptı. Sadece yılın ilk dokuz ayında borçlara 12 trilyon dolar daha eklendi. Üstelik küresel borcun GSYİH’ye oranı yüzde 326’yı bularak pandemi öncesindeki seviyeleri geride bıraktı. Ekonomistler bu artışı dünya ekonomisinin kırılgan yapısının açık bir göstergesi olarak değerlendiriyor. Hangi sektöre bakarsanız bakın finansal alarm zilleri çalıyor.
Gelişen Ekonomiler Dar Boğazda
Gelişmekte olan ülkelerin borç yükü 105 trilyon dolar seviyesine ulaşmış durumda. Bu miktar bu ekonomilerin GSYİH’lerinin yüzde 245’ine eşit ve birçok ülkenin sınırlarını zorlayan bir seviyede. Dünya Bankası Baş Ekonomisti Indermit Gill’in şu yorumu oldukça çarpıcı: “Kalkınma bankaları son çare olarak devreye giriyor ancak bu kurumlar kriz yönetimi için yaratılmadı.”
Özellikle yoksul ülkelerden sermaye çıkışlarının devam etmesi bu ekonomilerin nefes alması için gerekli olan finansman akışını adeta baltalıyor. Bu da sağlık eğitim ve altyapı gibi kritik yatırımlara ayrılabilecek kaynakların hızla erimesine neden oluyor. Asıl soru şu: Bu kısır döngü nasıl kırılacak?
Gizli Borçlar ve Görünmeyen Tehlikeler
Borç krizi yalnızca görünen rakamlarla sınırlı değil. Devlet destekli işletmeler ve diğer mali risklerden kaynaklanan “gizli borçlar” ülkelerin finansal tablolarını daha da karmaşık hale getiriyor. IMF’ye göre bu görünmeyen yükümlülükler GSYİH’nin yüzde 1 ila 15’ine tekabül ediyor. Ancak kriz anlarında bu oranlar çok daha yukarılara çıkabiliyor.
Yüksek borç seviyelerine rağmen bu gizli yükler adeta bir saatli bomba gibi ekonomilerin üzerinde sallanıyor. IMF’nin senaryoları küresel kamu borcunun GSYİH’nin yüzde 115’ine ulaşabileceğini öngörüyor. Dahası geçmişte yapılan borç projeksiyonlarının gerçekleşenden genellikle 10 puan düşük olduğu biliniyor. Yani kötü sürprizlere açık bir tabloyla karşı karşıyayız.
Borcu Yönetmek İçin Zaman Daralıyor
IMF ülkelerin mali politikalarını daha şeffaf hale getirmesinin kritik olduğunu vurguluyor. Ancak pratikte birçok ülkenin bu reformları hayata geçirecek zamanı ya da imkanı yok. Gelişmiş ekonomiler sosyal harcamalar ve vergilendirme sistemlerini reforme etmeye çalışırken gelişmekte olan ülkeler vergi tabanını genişletmeye çabalıyor. Fakat bu tür reformların aniden ve dengeli olmayan bir şekilde uygulanması ekonomik büyümeye zarar verebiliyor. Örneğin ani mali düzenlemeler büyük çaplı iş kayıplarına ve üretimde daralmaya yol açabiliyor.
Borç krizini çözmek sadece rakamlarla değil aynı zamanda insani ihtiyaçlarla da ilgilenmeyi gerektiriyor. Ülkelerin sosyal güvenlik ağlarını korurken büyüme dostu politikalar üretmesi şart. Aksi takdirde kamu güvenini kaybetmek gibi ağır sonuçlarla karşılaşabilirler. Şu bir gerçek: Bugün atılacak adımların yalnızca ekonomiyi değil toplumların geleceğini de şekillendireceği bir dönemdeyiz.
Borç meselesi yalnızca finansal bir problem değil; toplumsal bir yük. Bu yükü hafifletmek için sadece teknik çözümler değil halkın anlayabileceği ve destekleyeceği adımlar da gerekiyor. Aksi halde bu krizin faturası yalnızca rakamlara değil insanların hayatlarına da yazılacak gibi görünüyor.